Page 42 - calikusu
P. 42

sı, aylık vazifesini tamamlamış olmanın rahatlığıyla       Kıkırdıyorum.  Vestiyerin  kenarında  bir  taraftan
        derin bir nefes çekiyor.”                               tozlu  pantolonumu  çıkarırken  bir  taraftan  da  yan
                                                                yana dizilmiş gıcır gıcır ayakkabılarımla göz göze
           …
                                                                gelip  gülümsüyorum.  Deli  oğlanla  (laf  aramızda
           Daha yeni uykuya dalmıştı ki kör olası öksürük       deli oğlan benim beyaz içliğimin adı) baş başa ka-
        yine  yakasına  yapışıyor.  Terden  yastığı  sırılsıklam,   lır kalmaz sessizce içeri geçip sofraya kuruluyoruz.
        bunca halsizliğin içinde ciğerlerinin derdi ne, böyle-  Kuruluyoruz kurulmasına da -aman hanım duyma-
        sine tepinecek gücü nereden buluyorlar anlamıyor.       sın-  aklım  hala  sarımsaklarda.  Demli  çayımı  yu-
        Bitkinlikten kesik kesik solurken ince ince burnuna     dumlarken güz rüzgârının pençesinde pencerenin
        sızan ıslak toprak kokusuyla gülümser gibi oluyor.      demirlerine  çarpan  sararmaya  yüz  tutmuş  söğüt
        Dudakları kıpır kıpır. Hafifçe aralı ön dişlerinin ara-  yapraklarına takılıp kalıyor gözlerim.
        sından yağmur yağmış olmalı diye fısıldıyor.
                                                                   …
           Sözü biraz da ona bırakalım mı, ne dersiniz?
                                                                   Dııt, dııt, dııt… sesleri yaprak iniltilerine karışı-
           …                                                    yor.  Halsizlik  dudaklarındaki  kıpırtıyı  söndürüyor,
                                                                benzi sapsarı. Beyaz çarşafın altında hem terliyor
           -Az  önce,  az  önce  mi?  Zihnim  bulanıyor  yine.
        Yıllar  önce  miydi  yoksa?  Mektup  yazarken  birleş-  hem üşüyor. Damarlarına sızan ilaç kokulu serum
        tirdiğim parmaklarım gevşemiş çoktan, cebimi yok-       damlalarını içiyor çay niyetine. Ellerinin tenine değ-
        luyorum  usulca,  çakımın  ve  aşı  ipimin  kabartısını   diğini hissedince deli oğlanı üzerinden çıkardıkları-
        hissedince  heyecanlanıyorum.  Ellerim,  ayaklarım      nı fark edip hüzünleniyor. Bakışları derinleşiyor…
        kımıl kımıl. İşte olmak istediğim yerdeyim. O ağaç         Siz  de  görüyor  musunuz  bizim  gördüklerimizi?
        senin bu ağaç benim geziniyor, birinden göz alıp        Gri bulutlar arasından bir gemi yaklaşmakta, yak-
        diğerine  takıyorum.  Önümüzdeki  bahar  nasıl  da      laşırken  uzaklaşmakta  usul  usul.  Hayat  dedikleri
        filizlenecekler kim bilir. Bahçemin bağımın tozuna      böyle bir şey olmalı. Dümen nereye dönerse, rüz-
        bulana bulana, kazma kürek tuta tuta nasır tutan        gâr nereye eserse, bir ileri iki geri…
        avuçlarım kaşınıyor. Hele bir sarıl belin sapına, bas      Kirpiklerinin  arasından  göz  bebeklerine  sızan
        ayağınla küreğin tepkisine, daldır toprağın böğrü-
        ne böğrüne, hey ağzını yediğim nasıl da kabarıyor.      mavilik giderek soluyor, ömür mürekkebi tükenme-
        Fabrika köşelerinde memleket hasretiyle geçen yıl-      den mektubunu bitirmeye çalışıyor:
        lara inat seher vaktinden gün batımına dek bele-           “İlaçların  oturma  odasındaki  sehpanın  üzerinde,  kır-
        niyorum toza toprağa, belendikçe kendimi buluyo-        mızı olanı sabah aç karına yarım, beyaz olanı akşam tok
        rum, bıraksalar bahçe karıklarında yatacağım. Ne        karına bir tane yutacaksın, seni önce Allah’a sonra sana
        ağaçlar yetiştirdim ne tohumlar ektim yerin göğsü-      emanet ediyorum. Borcum yok şükür, yalnız verilmiş sözle-
        ne bilseniz. Mevsimlerden sonbahar, eh şimdi sıra       rim var biliyorsun, onları unutma olur mu? Hoşça kal…”
        sarımsaklarda.
                                                                   Yarı aralı gözleri dalgaların ileri geri sürükledi-
           Hanım beni çağırıyor:                                ği gemide. Kaptan ağırdan alıyor, yetişebilsin diye
                                                                oyalanmakta besbelli. Yavaşça doğruluyor, bi gay-
           -Amoon öldürdün beni, yeter gayri, kaçmıyor ya
        bağ bahçe, çol çocuk sofrada seni bekliyor, gel de      ret bacaklarını yataktan aşağı sarkıtıyor.
        boğazımızdan iki lokma geçsin, çay acıyacak ner-           Mesafe  uzadıkça  uzuyor,  atamadığı  adımlar
        deyse.                                                  ağırlaşıyor, nefesi boğazına düğümleniyor. Olduğu
                                                                yere yığılırken son sözleri kabak kemane taksimin-
           Bu kaçıncı çağırışı, daha fazla sinirlendirmesem
        iyi  olur.  Çamuru  çaylağı  tepeleye  tepeleye  evin   de dudaklarından süzülüyor:
        önüne  atıyorum  kendimi.  Dudaklarımın  kenarın-          “-Çok yorgunum, beni bekleme kaptan…”
        da müstehzi kıvrılmalar, avuçlarımda dikemediğim           Dıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııı…
        sarımsaklar,  ağır  ağır  çıkıyorum  merdivenlerden.
        Öyle ya “ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden…”                                             Fatma DAĞLI

           -O üstünle başınla içeri gireyim demeyesin.




             40
   37   38   39   40   41   42   43   44